30 Kasım 2010 Salı

Vakit kaybetmeden söylemek lazım

Bunları sadece kendim için yazıyorum. Annemin annenemi ziyarete gittiği için evde olmadığı bir gün sabah uyandığımda annemi evde bulamamanın bende uyandırdığı duygu;

Bazen dilinin ucuna gelir söyleyemezsin. O sırada aklına hep yaşanan olumsuz olaylar gelir. Neden eksikliği hissedilmeden anlaşılmaz değeri?

Vakit kaybetmeden söylemek lazım. Sevdiğine sevdiğini,  özlediğine özlediğini. İş işten geçmeden hala fırsat varken. Zira kaçan fırsat treni tek yönlüdür. Kaçınca istesende geri gelmez.

26 Kasım 2010 Cuma

Neden düz yazı değil şiir yazmak istediğimi buldum

Bu sıralar neden düz yazı değilde şiir yazmak istediğimi buldum. Aklımdan geçenleri hemen birileri bilsin istiyorum. Bunun birazı doğrudan yada dolaylı kişisel tatmin, birazı da paylaşmanın dayanılmaz hissiyatı. Şiir yazarken aklımdan, kalbimden geçenleri direkt yazıya dökebilirken düz yazıda yapamıyorum. Her seferinde birşeyler eksik kalıyor. Son dönemde yazdığım bütün yazıların sonu yok. Ana fikri bile sonlara doğru uçup gidiyor. Geriye sadece yazabilmenin kişisel tatmini kalıyor. Fakat okuyan kimse yada hadi okudular okuyana fayda sağlamayan bir yazı ne işe yarar kendini ifade edemeyen cümleler yada yeni yeni ergen olan gelişim sorunları yaşayan  paragraflar olunca; o kadar harcanan saat uçup gidiyor.

Peki ne yapmalıda saatler uçmasın? Bu da bana ödev olsun ki bu yazı gibi yarım kalan başka yazılar olmasın

15 Kasım 2010 Pazartesi

Düşündüm de

Sevmeyecektim, beni benden çok sevmeyeni.
Kapılmayacaktım, biliyorum çok çabuk kapılıyorum.
Üzülmeyecektim, beni üzmeye gücü yetmeyeceklere.
Ağlamayacaktım, sebebi malum çıkmazlarım için.

Ve hatta;

Düşünmeyecektim, gereksiz yere hiç durmadan.

Herşeye rağmen;

Pişman olmayacağım, yaşadıklarımdan ve yaşayacaklarımdan.

10 Kasım 2010 Çarşamba

Yeni keşfim trenler

Hayat bilimsel bir araştırma benim için, konusu da en sevdiğim konu yani ben. Sürekli yeni keşifler yapıyorum ben de benim için.

Son keşfim de trenler ile hayat üzerine. Hani şu ineklerin bön bön baktıkları var ya işte onlar değil. Bu tren başka. Bu trenin kendi de taşıdığı yükler de beynimde. Yüklerin sahibi de benim.

Daha doğarken bir lokomotif birkaç tane de yüklü vagon ile doğar insanoğlu. Fakat son nefesini verene kadar ya tüm yüklerini boşaltmalı ya da yanına alacaklarını da alabildiğince doldurmalı ki pişman olmasın.

Önceleri şikayetçiydim bu vagonlardan; beynimin içinde uzunca bir tren. Ya gücüm bu vagonları çekmeye yetmezse derken tren uzadıkça lokomotifin gücünün arttığını da gördüm. Bu yaşta o kadar çok vagonum var ki. Bazıları yarım dolu; doldurmaya fırsatım olmamış ya da ben o fırsatı
kaçırmışım. Yarısı boşlar da var. Boşaltılması gereken yerde yarısı boşaltılmış. Aynı gibi görünseler de yarım dolular ile yarım boşların farklı farklı hikayeleri ve ödenen farklı bedelleri var.

Benim en çok hoşlanmadığım yarım doluları taşımak.Onları atmayı bile düşündüm. Sonra baktım ki onları atınca bomboşum.Bütün herşey onların doldurulup götürülmesi gereken yere götürülmesi üzerine kurulu.Onlarsız rotam bile belirsiz.

...

Sonuçta hayatta herkesin bir treni var. Buna ben tren diyorum, siz otobüs deyin. Yada hiç birşey demeyin sadece yük deyin. Adı ne olursa olsun. Bunlar hayattaki rotamızı çizmemizi sağlayan şeyler. İhtiyacımız olduğu sürece varlar. İhtiyacımız olmadığında zaten onlar çoktan
yanımızdan gitmiş oluyorlar.

7 Kasım 2010 Pazar

Yerini doldurmak

Ve bitti yazdım. Gerçekten bitti. Şimdilik aşk da, hayaller de yok. Ticarette bize hiçkimse vazgeçilmez değildir. Herkesin yeri doldurulabilir'i öğrettiler. Bir kapitalist öğreti. Peki ya aşkta onda da birileri birilerinin yerini doldurabilir mi? Yoksa zamanla yeri daralıp genişlese de onun yeri hep kalır mı? Peki bu daralmalar genişlemeler kalbi kanatır mı? Yoksa o yerin yeni sahibi olan herşeyi unutturur mu?

Ben bitti deyince bitti mi sandın ya kahvenin dibindeki telveler misali bende kalanlar. Onlarlada kahve falı bakarız artık. Belki kısmet çıkar :)

3 Kasım 2010 Çarşamba

Ve bitti

Başlangıcı da farklıydı bu aşkın, biraz ürkekçe, hatta korkakça başlamıştı. Bitteceğini hissetmiştim, direnmek istedim, bitmesin istedim. Demekki bitmesi gerekiyormuş. Ve bitti. Tek taraflı başlamıştı, tek kişilik devam etti, iki kişilik olarak bitti.

***

Aslında üzülmemiştim bittiğine fakat bu satırları yazarken biraz canımın acıdığını hissettim. Doğanın kanunu bu her başlayan şey bir gün biter.

1 Kasım 2010 Pazartesi

Korku ve aşk üzerine

Herşeyi göze alabilecek gücüm vardı yada ben öyle zannediyordum. Ta ki aşk damarlarımda dolaşmaya başlayıncaya kadar. Sonra korktum bir sürü şeyden. Belkide ilk defa bu kadar çok şeyden aynı anda korktum. Hepsi kaybetmek ile ilgiliydi. Kaybedilebilecek bir sürü şey. Korkularımı yenmek bir kenara, onlarla yüzleşmek bile aylarımı aldı. Bir çoğunun üzerine gittim, sorguladım. Ben üzerine gittikçe ufaldılar ve sonunda kayboldular. Bir tek gözlerimi kapadığımda gözleriminin önüne gelen gülümseyen yüzünün asılmasından hatta bundan benim sorumlu olmam düşüncesi ile başedemedim. İşte bu çok zor geldi. Ama pes etmedim. Korkularım yüzleşirken farkettim ki korkularım da yavaş yavaş beni elegeçirmeye başlamışlar. Sanki aşkımı yenmek adına sinsice onlarda damarlarıma sızmışlar. Kalbimdeki aşkın yerini almak için adım adım ilerliyorlar.

***

Korkularımın aşkıma yenik düşmediğini göstermek için son bir kez daha yazacağım. Neler yazarım nasıl yazarım bilmiyorum.Ama önce sana aşkımı haykırmak istiyorum. Belki gözlerim gözlerindeyken kalbim de kalbine ulaşır.

Kaybetme korkusu

Sen misin kaybedecek birşeyim yok diye böbürlenen, kendine telkinde bulunan. Al sana kaybedecek birşeyler. Bakalım şimdi ne yapacaksın. Yoksa kaybetme korkusuyla kendini sıkışmış, ezilmiş mi hissediyorsun? yapacak birşey yok kendin ettin kendin bulacaksın.